31 Aralık 2007 Pazartesi

Kızıldarililer, Neyin Nesisiniz?? Uzaylı mısınız Yoksa??

Geçenlerde yazdığım "Amerikan Dream" adlı yazımda Amerika'nın keşfedilmesi ve sonrasında Kızılderililerin başına gelenlerden kısmen bahsetmiştim. O yazıya Pınar yorum yapmış ve "Kızılderililer'in Türklerden geldiği söyleniyor, aslı nedir Merak Ettim de" demiş. Ben de şimdi sadece kendi fikrimi, hani etrafta duyup da söyleyeceğim şeyler değil, kuracağım mantıksal bağları söyleyeceğim. Bakalım ne çıkacak (((:
Öncelikle jeolojik, arkeolojik ve bilimum ilgili "-ojik" ekli bilimler Dünyadaki mevcut karaların daha önceden bir birleri ile birleşik olduğu daha sonra ayrılmaya, birbirlerinden uzaklaşmaya başladıklarını söyler. Diğer kıtalardan hemen hemene bağımsız olan Amerikada yaşayan insanların oraya bu ayrılma ile gittiğini var sayarsak o zaman Kızılderililerin milleti konusunda pek de yorum yapamayız.
Kızılderililerin bu karaların ayrılması olayından çok sonraları oraya gelmiş olduklarını düşünürsek, ki bu daha güçlü bir ihtimal, Sibirya'dan Amerikaya geçiş yapmışlardır denilebilir. Kısaca Türklerin ana topraklarından ya da civarından gitmiş olmaları gerekir. Yani mekan olarak Atalarımız aynı mekandan gelmiş demektir ve aynı atalardan gelme ihtimalimiz daha büyük ihtimalle gündeme getirilebilir.
Mekansal analizler bir yana, kültür ve yaşantı ve benzeri konulara gelirsek;
Türkler de (Uygurlar öncesinde) Kızılderililer de göçebe hayatı yaşamış. Hayatları sürekli çadırlarda geçmiş, iki taraf da hayvancılıkla uğraşmış, tarımla pek ilgilenmemişler. Kısaca iki tarafın da hayatı At üstünde geçmiştir.
Gök Tanrı inancı iki tarafta da görülür. Türklerdeki "Şaman" kavramı aynı şekilde, sistemde Kızılderililerde de vardır. İki tarafın da Tanrı inancı çok fazla ve ön plandadır.
İdari konularda da sistem benzerlikleri vardır. Bir tarafta bizim "Şef" olarak isimlendirdiğimiz lider "saltanat" sistemiyle değişir. Türklerde de "Şef" yerine "Hakan" ismi vardır ama işlemiş olan sistem hemen hemene aynıdır.
İki tarafta da gruplanmalar vardır. Türklerde bu gruplara "Boy" denilmiş. Kızılderililerde ie ne denildiğini bilmiyorum ama bu sistem de bire bir onlarda da var.
Erkek çocuk iki tarafta da daha önem verilmiş ve iki tarafta da erkek çocuk kahramanlık yapıncaya kadar isim verilmemiş ya hut yaptığı kahramanlığa göre ismi değiştirilmiştir.
İki tarafta da hayvanlar kutsal sayılmış pek çok hayvanın ayrı bir yeri olmuş. Gerekmediği sürece asla hayvanlara zarar verilmemiş, yer yer hayvanları efsanelerde önemli vazifelerle konu etmişlerdir.
Son olarak da dış görünüşleri her ne kadar aynı gibi olmasa da Kızılderililer de Türkler de çok benzer yüz yapılarına, ten rengine sahiptirler.
Ha bir ekleme daha ;
Tarih tekerrürden ibarettir. Avrupalılar yeni bir yaşam alanı bulmuş, gemilerlerlerle bu yeni yaşam alanına geçiş yapmışlardır. Afrikalılar da köle olarak buraya yerleştirilmişlerdir. Günümüzde Amerikan dediğimiz herkes çoğunlukla ya Avrupa ya da Afrikaya uzanan bir soydan gelmiştir. Bu bağlamda belki de "Yeni bir yaşam alanı bulan TÜRKLER" Sibirya'nın Kuzey-Doğusu'ndan Amerikaya geçiş yapmışlar ve oranın yerlisi olmuşlardır ya da orada (belki) bulunan yerli bir halkla karışıp bu gün ki "Kızılderililer" meydana gelmiştir.
Bunu bilemiyoruz. Ama saçma da gelmiyor. Çinliler için Türk mü? denilse saçma gelir zira tarihin başından beri bilinen bir ırk onlar, ama Kızılderililer'in Amerikanın keşfinden önce Dünyanın bildiği bir ırk mı yoksa bilmediğimiz bir ırk mı olduğunu bilemiyoruz, haliyle de "Türk" olabilecekleri ihtimali mantıklı gelebiliyor.
Ama belki de Uzaylıdırlar da çaktırmıyorlardır. Hatta o sebeple Amerikada bol bol U.F.O. görülüyordur(!) yol üstü ne de olsa :P
Benim bildiklerim, düşündüklerim fikirlerim bunlar. Tamamen kişisel ve sadece benim kafamdaki mantığıma dayanan şeyler. Ha bilimesel kesinliği olan yazılar okumak isterseniz tabi ki öncelikle Google amcaya başvurabilirsiniz. Ayrıca da Merve'nin yazdığı ayrıntılı yazıyı okuyabilirsiniz. (((:

29 Aralık 2007 Cumartesi

Dikkat Tema Çalışması Var!!...

Değişiklikleri pek sevmeyen, içime sinmiş bir şeyse kesinlikle bozmaktan yana olmayan birisiyimdir, o sebeple de blogumun hemen hemene açılışından beri, ki yaklaşık 5 ay oldu, aynı basit tema ile duruyordum. Ama dün Merve ye tema ararken bir tane tema gözüme takıldı, mavi manyaklığım tuttu yine :P Aldım koydum temayı bloguma, sonra da dedim burda biraz eksiklikler var, hemen temada oynamaya başladım. Öncelikle yazı yazılan kolan ve sağdaki kolon çok dardı onları Ya-Sin in de başını ağrıtarak genişlettim. Sonra "eee madem kar var kardan adam niye yok" deyip kardan adam koyma fikrine giriştim. Bu sırada süper bir fikir geldi aklıma ve bulduğum bir kardan adam resminin üzerinde bir miktar oynama yaparak sağ tarafa iliştirdim. Şu an itibari ile bulduğum "Süper Fikir" projesinde 3 kısımdan birincisi tamamlandı. İkinci kısmı nasıl yapacağıma izlenecek yol konusunda Ya-Sin'le sabaha kadar kafa patlattık sonun da bir yol bulduk. Bu düşünme sürecini sebebini ve ne üzerien düşündüğümüzü 2. ve 3. kısımı da yapınca anlatacağım. Şimdilik Tema bu inşaat halinde kaladursun bakalım (((:

Not: Tema değişikliği sırasında bağlantılar ve diğer sayfa ögeleri sıfırlanması gerekti. bağlantıları ayrı bir dosyaya kaydetmeme rağmen problem oldu. Eğer bağlantılarıma yazmayı unuttuğum birileri olduysa özür diliyorum, hatırlatılabilirse sevinirim..

26 Aralık 2007 Çarşamba

Mim Furyası; Sezon 1 / Bölüm 5

Eveeet, bir süredir beklemede olan, Tatlıcadının göndermiş olduğu mim'de sıra. İlginç mimlerden biri olmuş hatta bayağı ilginç bir mim. Mimin konusunu öğrenmek için Tatlıcadıca'ya bakabilirsiniz. Buyrun miminizin "Merakettimde"ye daha doğrusu bana uyarlanmış hali (((:

Yemek olsam ne yemeği olurum??
Kesinlikle sebze yemeği olmazdım. yani sebzeli temek olabilirdim ama yemeğin ana malzemesi mutlaka ET olmalı ((: Hangisi olurum dersek de kesinlikle sonu KEBAP ile biten bir yemek olurdum. İskender Kebabı, Ali Nazik Kebabı, Adana Kebabı, Urfa Kebabı... diye uzar gider bu liste. Haaa hatta kabap ve yanında bir de buz gibi şişe kola olurdum (((: (bu daha çok ne olurdum değil de "Biri sana bir yemek ısmarlayacak olsa ne ısmarlasın??" sorususuna cevap oldu ama çaktırmayın :P )

Müzik aleti olsam ne olurum??
Kesinlikle Perdesiz Gitar. Herkese ses verir, ama herkese hakkı kadar ses verir. Eğer sıradan birisi aldıysa eline çoğunlukla saçma sesler çıkarır tek tük güzel sesler çıkar, haliyle kötü gitar denilip kenara konulur. Biraz bilen birisi ondan gayet güzel sesler çıkarabilir. Amaaa... Özel birisi ise, kabiliyetli ve bilgisi iyiyse o zaman o gitardan öyle güzel sesler çıkar ki hatta pek çok enstruman sesini çıkarabilir kişi o gitardan. Aslında ney de olmak isterdim aynı perdesiz gitardaki gibi tamamen kişinin özelliklerine ve bilgisine göre ses verir ney de. Ama o kadar huzur veren biri olamadığım için perdesiz gitar olarak kalmam daha yerinde olr (((:

Araba olsam ne olurdum??
Bugatti marka araba olurdum. Zaten görüntüsü ve şıklığı bitiriyor insanı ama daha da ilginci hazetede okuduğum bir haberin girişiydi;
"Kroyum ama para bende diyenlerdenseniz bilin ki Bugatti marka araba alamazsınız." görünce çok gülmüştüm. Zira Bugatti almak için önce başvuru yapıyorsunuz, sonra uzun bir değerlendirme sürecinden geçip değerlendiren komisyon soyluluğunuza, yaşantınıza hayat tarzınıza uygun derse o zaman satış yapılıyor yoksa 5 - 10 misli para da verseniz olmuyor ((: hatta Türkiye temsilciliğini yapan Doğuş Oto'nun açıklamasındaki şu cümle sanırım yeterli: "Türkiye’de hedefimiz yılda 1 adet Bugatti Veyron satmak. Daha fazlasının satılacağını düşünmüyoruz" ((:

Aylardan hangisi olurdum??
Ağustos olurdum. Hem tatil insanlar mutlu mesud olurlar hem de bizim memlekette "Gonyada" üzümlerin, mısırların falanolduğu aydır, pek bir lezizdir, tatından yenmez bir aydır P

Ayakkabı olsam hangisi olurdum??
Spor ayakkabı tabi... (((: nedeni yok Spor Ayakkabı olsam yeter bee :P

Kıyafet olsam ne olurdum??
Bu soruyu günlük hayattan beni bilen tanıyan herkes tartışmasız "ŞAPKA" diyeceğimi tahmin edecektir. Zira şapka benim için çok özel bir şeydir. 7 farklı şapkam vardır, kıyafetlerimin renk tonuna göre şapka takarım, böyle bir psikopattan ancak şapka olur işte :P:P

eveeet sorularımız bu kadarmış. Eeee şimdi kimin başını yakalım... Hımmm sizi seçtim Dilek ve Başak Esin (Nam-ı Diğer BESİN :P )... Haydi siz ne olurdunuz görelim bakalım (((:

24 Aralık 2007 Pazartesi

Amerikan Dream!!! - Bölüm 1

Not: Parantez içinde ünlem koymayı yazının bir kısmından sonra özellikle bıraktım nasılsa rahatlıkla anlaşılabiliyor nerede koyulması gerektiği (((:
Amerika, 1492 tarihinde keşfedilene kadar Amerika hakkında sadece söylentiler vardı. Zaten bilindiği gibi Amerika'ya ilk ayak basıldığında Hindistan sanılmış, oradaki yerlilere "indian" / "hint" denilmiş. Bu yolculuğun bu denli kolay olmasından kıllanılmış, " bir terslik var bu işte" denilmiş olsa gerek, bulunan "kara" biraz araştırılmış, kurcalanmış ve burasının Hindistan olmadığı, yeni bir kıta olduğu ortaya çıkmış. Bu kıtanın ismine de "Burası Doğu Asya değil ulen, Basbayağı yeni bir kıta" diyen "Amerigo Vespucci" nin ismi verilmiş. (Yani şöyle ki, bu karanın Doğu Asya olmadığını, yeni bir Kıta olduğunu "Abuzer Paşa" diye bir denizci isbat etmiş olsaydı, bu gün Amerika kıtası Abuzer Kıtası olarak anılacaktı :P) Bu "kara"nın Hindistan olmadığı anlaşılınca da yerlilere verilen "Indian" , "Hint" yerine "Kızılderili" manasında kullanılmaya başlanmış. Zamanla, her fırsatta Osmanlı'nın yaptığı "Barbarlıklar"dan(!!) bahsedip gayet medeni(!!) insancıl(!!) tarihleri ile bizlere medeniyet(!!) öğreten, Avrupalılar bu kıtaya yerleştikçe, yerlilerle yani "kızılderililer"le muhabbeti kurmuşlar, onlara ateşli silahları uygulamalı olarak öğretmişler. Bu sırada da "Kızılderililer"den ellerindeki toprakları kibarca(!!!) rica(!!) etmişler. Eeee "Kızıldrililer" afedersiniz eşşek değiller ya, onlar da Avrupalıların Ricalarını(!) kırmayıp "İsteyin yeter ki sizi mi kıracağız" deyip, evlerini barklarını hediye(!!) etmiş, gitmişler. Yalnız her ne hikmetse bu "Rica" sürecinde kızılderililerin mevcut nüfusunun %70 - %80 i belki de daha fazlası ölmüş. Bu durumun nedeni bilinmese de sanıyorum Kızılderililer daha önce hiç ateşli silah görmedikleri için, Avrupalılardaki ateşli silahları görürler ellerine alıp kurcalarken yanlışlıkla ya kendilerini ya da başka Kızılderilileri vururlar veya silah ellerinde birbirleri ile şakalaşırken silah patlar. Büyük ihtimalle bu iki durum sebebiyle o kadar kayıp verilmiştir. İşte bu süreçte Kızılderili ölümleri ile Avrupalıların ilişkisi sadece bu kadardır, tamamen iyi niyetli ve paylaşımcı olmaları sebebiyle(!!!!!) bu noktada adları geçmektedir.
Bu sebebpsiz(!) ölümlerin olduğu süreç uzun ve kanlı yıllar devam etmiştir ve Kızılderililer günün birinde ki günümüzden yaklaşık 150 yıl önce Avrupadan gelmiş yeni adları ile Amerika devletine "Ateş kes yapalım, biz sizin silahlarınızla oynamayı bırakalım, zaten bir avuç kaldık onlar yaşasın bari" demişler. O gün bu gündür Amerika'nın asıl sahipleri, yerlileri Bolivya da çoğunlukta olmak üzere, Amerika'nın kuzeyin de belirli alanlarda yaşarlar. (Nesli tükenen hayvanlardan bahseder gibi oldu bu son cümle ama sonuçta onlar da nesli tükenen insanlar). İşte 150 yıl sonra bu Asıl Ev Sahipleri Amerika'nın Kuzeyinde bağımsızlıklarını ilan edip ayrı bir ülke olduklarını açıkladılar, bir iki gün önce. Bayram da misafirlere (evin kızı olmayınca) hizmet etmekten zaman bulduğum ve nete girdiğim bir anda Merve(nam-ı diğer Guij..) Kızılderililerin özgürlüğünü ilan ettiğini söyleyince öğrendim ben de durumu. Bakalım gelişmeler ne olacak ama en önemlisi "Beni vatandaşlığa kabul ederler mi acaba ???" ne dersiniz??
İşte bu son gelişmeler bir ırkın, "Kızılderililer"in ırkları adına son çırpınışları. Zira sayılarının azlığı bir yana atalarının gelenek göreneklerini, bıraktıkları mirası her ne kadar devam ettirmeye çalıştılarsa da Aktif bir şekilde "dejenere" edilmişler ve ediliyorlar hala. Zaten bu konu Avrupa ülkelerinin ve Amerika'nın çok başarılı olduğu bir konu... "Dejenere" etmek... Aslında bizde Türk Milleti olarak çok iyi biliyoruz bu konuyu. Yalnız bizim uzmanlığımız "Dejenere" etmek değil de "Dejenere" olmak hususunda. Hatta bu konuda çok da başarılıyız, ödüle bile layık görülebiliriz....
Devamı 2. Bölüm de (((:

14 Aralık 2007 Cuma

Şaka Nasıl Yapılır Örnekli Anlatım...


Bir kaç haftadır bazı sebeplerden ötürü blogda yazı yazmadığımı söylemiştim. Aslında hazırlamış olduğum kısmen bitmiş 4-5 yazım var. Ama içime tam olarak sinmedikleri için bu sebeplerin ortadan kalkması ile o yazıları düzenleyip burada paylaşma fikrindeyim. Bu sırada daha önceden yazmış olup Çocukken adlı blogda paylaştığım bir yazıyı ( İnehk in bir lafından aklıma geldi, bu şaka örneğini kendi bloguma da koyayım dedim) burada yeniden paylaşmak istiyorum zira çok keyif almıştım bu olaydan sizee okuyun buyrun...

Bi' gün sınıfta oturuyorken, S. ve D. isimli iki arkadaşım kantinden sınıfa geldiler ve yanıma gelip "rondo yer misin?" diye ikram ettiler. Kremalı rondo bu kaçar mı?? Amaaa meğersem o da şaka bisküvisiymiş, içinde krema yerine diş macunu varmış. Ben de ağzıma atıp yemeye başlayınca farketmiş bulundum. Bu sefer de ben "acısını alacağım, hatta müshil içireceğim size" şeklinde çıkıştım...
Bir-iki hafta sonra bi' akşam eczaneden bir kutu müshil ve bir kutu Aspirin aldım. Sonraki gün geldim okula 4 arkadaş S., D.(kurbanlar :P), Emre ve Ben kantindeyiz. Dedim "hadi içimden geldi çay alayım size". Çayları alınca tepsiye koyarken çaktırmadan müshili çıkardım, tabletinden iki tanesini çıkarıp "çöpe" attım. Sonra Aspirin i çıkarıp bir tane aspirini 3-4 parçaya ayırdım, 1-2 küçük parçayı attım çaylarına "Aspirin"den ve getirip verdim çayları. Emre'ye de çaktırmadan söyledim olayı. Çaylar yarıya kadar gelince ben konuşmayı o yaptıkları kremalı bisküvi şakasına getirdim. Sonra bi' an duraksayıp "Ömer bu çaylarda müshil felan yok değil mi? Yani yapmış olamazsın değil mi?" dediler. Tabi rol yapmayı hiç beceremeyen(!) ben de "Iıı şey yok ya niye yapayım, yani şey işte yapmamışımdır" şeklinde yalan söyleyemeyip(!) renk verdim :P Onlar iyice üsteleyince de " Ya evet attım içine müshil. Napayım çok kızdırmıştınız, tüm sınıfa da yayıp iyice rezil etmiştiniz beni. Bende çok sinirlendim yaptım işte ): " dedim. O an yüzlerini kesinlikle görmeliydiniz, ikisinin de sapsarı kesildi, öylece kaldılar. Sonra hemen ilk şoku atlatıp "ehehehe yemezler Ömer inanmıyoruz öyle kandıramazsın bizi" deyince müshil ilacının kutuyu çıkarıp masanın üstüne bıraktım. Baktılar tabletten iki tane hap kullanılmış "müshil değil bu ilaç" dediklerinde ise "Prospektüsü orada alın okuyun" dedim. Okudular, giderek ihtimaller azalıyor, iş ciddileşiyordu onlar için. Bi' an durup hemen " Eee bunları çaya attığını ne bilelim belki de çöpe attın bizi kandırıyorsun" diyerek uyanır gibi oldular ama bu da önceden söyleyebileceklerini düşündüğüm bir cümleydi ve planım dahilindeydi. Zira Aspirin bayağa zor eriyecek ve bardağın dibinde kalacaktı. Nitekim öyle de oldu. "inanmıyorsanız çayın dibine bakın daha erimemiştir ufak tefek parçaları duruyordur" dedim. Hemen bardağın dibine baktılar ve yüzler daha da sarardı. Zira müshil(aspirin) parçaları hala oradaydı. Bunu gören Emre hemen "aaaa prospektüste etkisi 12 saat sürüyor demiş.O halde gece boyu uyuyamayacaksınız, tuvalete gitmekten demek ki” o an edilebilecek en büyük füfürden daha beter bir cümleyi deyiverdi. Daha da kötüsü bi sonraki gün sınav vardı, o da akıllarına gelince iyice krize girdiler. Bu şekilde iyice sinirlerini bozma işim masayı sinirli bi şekilde terk edip sınıfa doru gidinceye kadar sürdü. Sınıfa geldik herşeyin üzerine birde sınıfta bas bas bağırdım "Çaylarına müsil atıp, müsil içirdim" diye. Artık ya beni öldürcekler ya da öldürecekler moduna geldiklerinde yaklaşık 1,5 saatlik işkenceyi sonlandırdım ve aspirini çıkartıp önlerine koydum “bir daha bulaşmazsınız şaka konusunda kimseye“ dedim afallayıp kaldılar. O işkence dolu 1,5 saatin siniri sebebiyle ne demek istediğimi algılayamadıklarını fark edince “çaydaki aspirindi bi zararı olmaz müsiller çöpte” diye açıklama yapıverdim. O an ikisinin bana öyle bir bakışları oldu ki içimden "Gidicisin Ömer Şehadet getirmeye başla" dedim ((: ama ben planımı bire bir yerine getiirmiştim, onlar da bir daha böyle bir işe yeltenemeyeceklerdi ya bu yetmişti bana (((:"


Son olarak da o bir 1-2 saatte "Kimseye hiç bir şey yapmadım, ama çok şey yaptım" işte şaka böyle olur :P:P:P:P:P:P:P:P:P:P:P:P:P:P

5 Aralık 2007 Çarşamba

Mim Furyası; Sezon 1 Bölüm 4 ve Özel Bölüm…

Uzun zamandır sadece BlogGünü için yazı yazabiliyorum ve canımı sıkıyor evet bu durum. Ancak yakındır geri dönüşüm (((:
İşte bu aradan, yeni yazı görememekten şikayetçiler isyan çıkaranlar artmışken Pınar da Dürtükleyeyim bari belki kendine gelir diyerek mim göndermiş bana. Eeee Pınar bereketli gelmiş ve onun miminin ardından Başak, Nam-I Diğer Besin, den iki mim birden gelmiş ve mimlerden biri de Pınar ınki ile aynı. Besinin diğer mimi için ayrı bir yazım gelecek ama şimdi tek taşla iki kuş vurayım hele şu mime bir cevap vereyim.

Mimin konusunu öğrenmek için ister Besin'e ister Pınar'a bakabilirsiniz. Buyrun miminizin "Merakettimde"ye uyarlanmış hali (((:


Soru : Blog yazmaya ilk defa nasıl başladım?

Temmuz 2007 sonuna kadar ne blog takibi yapıyor ne de yazıyordum. Yasin / Sayfacıbaşı / Hoşaf ile ve Yağmur ile konuşurkenaklıma geldi ıvırı – zıvırı merak ediyorum madem bulduğum cevapları ya da meraklarımı paylaşayım bakalım deyip adım attık bu aleme (((:

Soru : Blog yazılarımın konusu belli bir çizgide olması için çaba gösteriyor muyum? Yoksa içimden geldiği gibi mi yazıyorum?
Belirli bir konu yok. O anda neyi merak ettiysem, aklıma ne gelmişse onu yazıyorum. Ama sadece şuna dikkat ederim; "Merakettimde" günlük, günce denilen tarzda bir blog değil. Ben burayı bir kitap gibi görüyorum. Bu tarza uyacak şekilde yazı yazmaya özen gösteriyorum. Bir kere en başta yayınladığım yazı merakım ya da kafama takılan bir konu hakkında KENDİ yazdığım yazı olmalı, zira dediğim gibi "merakettimde"yi ben günlük olarak değil sanki benim yazdığım bir kitapmış gibi görüyorum, o sebeple benim elimden, kafamdan çıkmayan bir yazıyı ya da günlük tarzında yazdığım bir yazıyı yazmayı tercih etmiyorum.(yanlış anlaşılmasın çok beğenerek okuyorum günlük tarzındaki blogları ve imreniyorum aslında ama ben kitap gibi kullanmaktan daha çok keyif alıyorum )

Soru : Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor muyum?
Hımmm… Feragat… evet ediyorum. Misal yoldu yürürken etrafıma bakınıp gezmekten fedakarlık edip, kafamdaki bir merakımı, kafama takılan bir şeyi "nasıl yazıya dökerim?" diye düşünüyorum. Ayrıca, Gün içersinde aklıma bir şey geldiğinde dışının desenini, görüntüsünü çok sevdiğim özel defterime not edip defterimin sayfalarından feragat ediyorum )))): :P

Soru : Blog yazmak benim için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?
Ben blog yazmayasadece keyif almak için başladım pek çok kişi gibi. O günden bu yana okuyucu sayım arttı beğenenler var ve niye yazmıyorsun yazsana diyen takipçilerim ve arkadaşlarım var. Ama ilk günden bu yana pek de bir şey değişmedi ebnim açımdan. Bu şekilde istekler de olsa uygun görmediğim, okuduğum zaman cidden keyif almadığım, kısaca geçiştirme bir yazıyı paylaşmamaya özen gösteriyorum. Ama tabi bu talebe de kayıtsız kalamıyorum, oturup daha önceden not aldığım şeyleri kafamda düşünüp toparlayıpbir an önce yazmaya çalışıyorum ((((:

Soru : Blog yazmayı daha ne kadar sürdüreceğim?
Hımmmm… Düşünmeyi bıraktığımda yani ya delirdiğimde ya da beynim iflas ettiğinde… En azından şu an böyle düşünüyorum ((((: