25 Şubat 2008 Pazartesi

Blograzzi Kıyağı ve Haftanın Arşivden Seçme Yazısı...

Öncelikle Blograzzi de "Günün Blogu" olmuşum, Oskar gecesinin bereketi bana vurmuş, az önce öğrendim pek sevindim sağolsunlar varolsunlar :P
Blograzzi ekibinin seçmiş olması sebebiyle hiç bir şeyden dolayı şahsen sorumluluk kabul etmiyorum bilinsin.
"Biz geldik günün blogu olmuşsunuz diye ama saçma sapan bir yer olmuş hiç de layık değilmişsiniz" diyecek olan olursa, ben masumum deyip suçu Blograzziye atarım, satarım acımam :P
Tekrardan sağolsun Blograzzi, bunu saymayız bir daha isteriz...

Gecenin ikinci mevzusu da, bu haftaki arşivden seçimim "Küresel Isınma ve Et Kıtlığı Tehlikesi" yazım oldu, bunu da belirtivereyim (((:

22 Şubat 2008 Cuma

Neden Yere Düşeriz???

Neden yere düştüğümüzü küçükken ara ara merak ederdim. Yani ayakta ne güzel gayet rahatız, yerde ne işimiz vardı ki?? Daha doğrusu yere doğru bizi çeken görünmeyen ipler mi vardı, ama her taşa, toprağa, suya, hayvana, insana bağlı görünmeyen bir ipin olması o yaşta bile saçma geliyordu. O yaş dediğim 5 - 6 civarı. Daha sonradan okula başladım, kafam farklı şeylerle meşgul oldukça bu "Düşme Mevzusu"nu unutmuş gitmiştim. Sonraları Newton, yerçekimi falan öğrendik ama onlar işin bilim kısmıydı. Bir gaye olmalı dedim durdum bu sefer de Lise dönemimde. Ta ki Üniversiteye gelip bir büyüğümle yaptığım bir sohbete kadar. Konuşma sırasında alelade bir söz ve teselli manasıyla bir arkadaşa uzun yıllardır merak ettiğim sorunun cevabını veriverdi;
"Ayağa kalkabilmek için öncelikle düşmek gerekir"
Bu sözü duyduğumdaki sevincime ne arkadaşım ne de büyüğüm anlam verebildi, ama o anda ben çok kimseye ıvır zıvır, saçmalık olarak gelen bir duruma anlam vermiştim. Zira olay sadece düşmek ve kalkmakla alakalı değildi. Evet 5 - 6 yaşımdaki merakım sadece Düşmek ve Kalkmak üzerineydi, ama lise ve sonrasında asıl mevzu yapılan hatalar, yanlışlar ve bu yanlışların telafisine karşılık geliyordu. Yani artık "Neden düşeriz?" sorusu "Neden yanlış yaparız?, Neden hata ederiz?" e dönüşmüştü. Ve işte cevabı karşımdaydı;
"Ayağa kalkabilmek için" yani doğru olanı görebilmek, yapabilmek için önce yanlışı görmek, gördükten sonra da doğruya yönelmek asıl önemli olan. Daha pek çok mana barındırıyor aslında bu yere düşme konusu ama uzattım yeterince daha fazlası tadını kaçırır konunuz ((:
Az önce bir alttaki Satranç ve Eskimeyen Bir Ders yazısında ufak oynamalar yaparken aklıma bir anda geldi bu yazı, daha güzel bir yazı olabilirdi belki ama kafam şu an ancak bu kadar basabildi, idare ediverin (((:

Satranç ve Eskimeyecek Bir Ders

Yaklaşık 2 ay önce bir yazı yazmıştım ve taslak olarak kaydedip, ileride yayınlarım diye bırakmıştım. Ancak 1 - 2 saat önce nihayetinde Ankara'ya döner dönmez maillerimi kurcalarken Pınar'ın yolladığı bir mailde yazdığım yazıdaki hikayeyle karşılaşınca geciktirmeden yazıyı yayınlamanın güzel olacağını düşündüm, Pınar fark etmeden verdiğin GAZ :P için teşekkürler (((:
"M.S. 570 - 600 yılları civarında Hindistan'da bir Brahman rahip dönemin Şah'ına ders vermek amacıyla Şah'dan, Vezir'den, Kaleler'den, Filler'den, Atlar'dan ve Askerler'den oluşan bir oyun yapıp "sen ne kadar önemli biri olursan ol, adamların askerlerin olmadan, hiç bir işe yaramazsın, hiç bir önemli iş yapamazsın" demek istemiş. Şah durumdan memnun "Peki, oyununu ve dersini beğendim, dile benden ne dilersen" demiş. Rahip, Şah'ın bu sözünün üzerine alması gereken dersi almadığını düşünerek, "bir miktar buğday istiyorum" demiş. "Sana bulduğum bu oyunun birinci karesi için bir buğday istiyorum. İkinci karesi için iki buğday, üçüncü karesi için Dört buğday istiyorum. Böylece her karede bir önceki karede aldığım buğdayın iki misli buğday istiyorum. Sadece bu kadarcık buğday istiyorum." demiş Şah, kendisi gibi yüce ve kudretli bir şahtan isteye isteye üç beş tane buğday isteyen bir rahibin, küstahlığa varan alçakgönüllülüğüne sinirlenmiş ve ona ders vermek için "Hesaplayın. Hak ettiğinden bir tane fazla buğday vermeyin" demiş.
Hesaplama başlanır. Her şey gayet yolundaymış. Zira 64 karelik bir tahta var ve 10. kareye gelindiğinde henüz daha 1023 buğday yani yaklaşık 1 avuç buğday ediyordu. 15. karede ise topu topu 1.5 kilo buğday etmişti toplam verilmesi gereken miktar. Hesap hep böyle gidecek diye düşünülüyor rahibin bu hesap sonunda 5-10 kilo buğdayını ve de dersini alıp gideceği düşünülürken hesaplar biraz ciddileşmeye başlamış. 25. karede toplam miktar 1.5 Ton olmuş. 31. karede ise durum şakası olmaz bir hal almış, çünkü miktar 92 ton olmuş. 49. karede ise 24 milyon Ton'a ulaşmış, ki bu Türkiyenin yıllık buğday üretiminden çok daha fazlası demek oluyor. 54. karede ise Dünyanın bu günkü ölçülerle yıllık üretimi kadar buğday yani 771 milyon Ton a gelinmiş. Ve sonuçta 64. kareye gelindiğinde Rahibe bu günkü ölçülerle Dünyanın 1500 yıllık buğday üretiminin verilmesi gerektiği ortaya çıkmış."
İşte Satranç oyununun çıkışına yönelik rivayetlerden birinden bu şekilde bahsediyor Sinan Sertöz Matematiğin Aydınlık Dünyası adlı kitabında. 6 yaşımdan beri gerek kişisel, gerek resmi yollarla samimi bir tanışıklığımın olduğu ( :P ) bu oyunun bu kadar önemli ve etkileyici bir dersi de içinde barındırdığı hiç aklımdan geçmezdi. Yıllar önce bu hikayeyi okuduğumda "Ulen şu Rahip gibi kafamız çalışsa ah keşke" demiştim. Hala da derim ((: Ama artık bununla birlikte "Sonuçlarını gerektiği kadar düşünmeden attığımız adımların, hiç beklemediğimiz şeylere sebep olabileceğini" de düşünür oldum. Bu çok sık yaptığımız bir şey. Ancak malesef her zaman ödenen bedel Buğday olmayabiliyor...
Şah'ın yaptığı gibi
düşünmeden, kafa yormadan, kolay yolu seçip görüntüde ne varsa ona göre yorum yapıyor, kendimizce "Güya" ceza veriyoruz "Hesaplayın. Hak ettiğinden bir tane fazla buğday vermeyin" diyerek, yahut yine Şah'ın yaptığı gibi "Kudretimizin her şeye yettiğini düşünüp", kendi (Kıt) bilgilerimiz ışığında(!) "dile benden ne dilersen" diyoruz. Ama düşünmüyoruz ki "Hak ettiğinden bir tane fazla buğday vermeyin" deyip ceza(!) veren Şah da, benzer fikirlere kapılan bizler de malesef bu anlık, düşünmeden sarf edilen sözler, davranışlar ile bindiğimiz dalı kestiğimizi görmüyor "Ağacı" keserek ona ceza verdiğimizi sanmakla avunaduruyoruz...
Satranç düşünce oyunudur, düşünmeden oynanmaz. Zira hamle yapıp elinizi taştan çektiğiniz anda o hamlenin geri dönüşü yoktur. En değer verdiğiniz taşınızı yanlış gördüğünüz bir hamle sonucu boşa harcarsanız, o taşın geri size gelmesi çok zordur, ancak ve ancak çok doğru ve akıllı hamleler sonucu mümkün olabilir. Satranç hayatın maddeleştirilmiş halidir benim gözümde, o sebeple tıpkı satrançdaki gibi "Hayatınızda da adımlarımızı düşünerek, tartarak atmalıyız. Zira hayatınızda sahip olduğunuz ve çok değerli olan kişileri kaybetmeniz kaçınılmaz olabilir..."
Her insan hata yapar, Satrançta da Hayatta da, ama asıl nokta devamındaki hamlelerinizin, adımlarınızın bu hatanızı telafi edebilmenizi sağlatabilecek kadar iyi olmasıdır...

16 Şubat 2008 Cumartesi

Merak Ettim de Nasıl Yazılıyor Bu Kelimeler - 2...

Hemen altta bahsettiğim o işler arasında boş da durmamaya çalıştım. Aklıma takılan bir iki söz ve kelimeyi araştırayım derken, kendimi Blog yazmaya yeni başladığım sıralarda oluşturduğum ve yanlış yazılıp kullanılan kelimeleri içeren listeye benzer bir liste yapmış buldum. Bu kelimelerin bir kısmını doğru bir kısmını ise ben de yanlış kullanıyorum. Ancak doğrularını kullanmaya çalışmak, az da olsa dikkat etmek sanıyorum hem kendimiz hem de dilimiz için faydalı olacaktır (((:
Not: Kelimelerden bir kaçı ilk listede de var ancak bu kelimeler tekrar yazmanın faydalı olacağını düşündüğüm kelimelerdir.

Doğru / Yanlış
Aferin - Aferim
Bahçevan-
Bahçivan
Başlamak - Start Almak
Bulgar - Bulgaristanlı

Delalet (İşaret Etmek) - Dalalet (Sapkınlık)
Dershane - Dersane

Elemek - Elimine Etmek, Ekarte
Entelektüel - Entellektüel
Ezkaza - Eskaza
Faaliyet - Faliyet
Gürcü - Gürcistanlı
Harikulade - Harkulade
Hastane - Hastahane
Hint - Hindistanlı
İcap Etmek - İcabetmek
İddianame - İddaname
İngiliz - İngiltereli
İnisiyatif - İnsiyatif

Kafe - Cafe
Kerli Ferli - Kelli Felli

Komiser - Komser
Kaza ya öyle değil - Kazın Ayağı Öyle Değil ( Olay öyle değil, zamanla yuvarlayarak bu hale getirmişiz)

Kaile Almak - Kaale Almak
Küresel - Global
Maalesef - Korkarım ("I'm Sorry"den gelir, dilimizde böyle bir hitap şekli yoktur)

Popüler - Populer

Rastlamak - Raslamak
Sahlep - Salep
Sahneye Çıkmak - Sahne Almak

Servi Boylu - Selvi Boylu
Stil (tarz) - Sitil (Küçük Kova, Bakraç)

Strese Girmek - Stres olmak
Sürpriz - Süpriz
Şarj - Şarz
Şefkat - Şevkat
Şoke Olmak, Şok Geçirmek - Şok Olmak
Şov - Show

Yıkanmak - Duş Almak

11 Şubat 2008 Pazartesi

Haftanın Arşivden Seçme Yazısı ((:

Dikkatinizi çekmiştir hemen sağ tarafta "Haftanın Arşivden Seçme Yazısı..." diye bir şey var yaklaşık 1 aydır ((: haftanın yazısı olmayı geçti ayın hatta yılın yazısı falan olma yolunda ilerlemekte olan bir bölüm orası ((: Teorikte çalışma prensibi şu şekilde olacak bir kısım orası;
Her hafta kendi seçtiğim eski yazılarımdan birinin girişini oraya yazıp yazının kendisine de bir link vereceğim, ilgisini çeken tıklayıp okuyacak, olay bundan ibaret.
Bu vesile diyeyim size, kendi yazılarım diye demiyorum ama arşivdeki yazılarımı kurcalarsanız hoşunuza gideceğinden eminim ( reklammmm :P:P )
Bu hafta arşivden seçimim özel günler manyağı olmuş olmamız ve 14 şubat örneğinin burnumuzun dibinde olması sebebiyle "Senede Bir Kez Hatırlamak ve Hatırlanmak"(17 Ağustos 2007) oldu. Biraz keyifsiz bir yazı ama beğenirsiniz umarım ((:

10 Şubat 2008 Pazar

Mim Furyası; Sezon 2 / Bölüm 1

Efendim baktım Lost 4. sezona girdi ben de "Mim" furyasının 2. sezonunu açayım dedim, vatana millete hayırlı olsun. Çok sıkı bir giriş yapıyorum bu sezona ve halihazırda bekleyen 5 mim sayesinde hazır olun her an bunlardna birine cevap verip altına da pası size atttığımı görebilirsiniz, demedi demeyin :P
Sezon açılışını Jelibon'un yolladığı mim ile yapalım bakalım.
"Neden blog yazıyorum?" sorusuna cevap bulmak güç. yani aslında bulunurda en doğru güzelini bulmak lazım. "Egomu tatmin ediyorum", "Saçma sapan yazılar yazmama rağmen daha nereye kadar sabredip takip etmeye devam edeceksiniz diye sizi denemek için yazıyorum", "Neyim eksik benim deyip başımın kel olmadığını isbat için yazıyorum", "Bedava hizmet veriyorlar durun bir tane de ben açayım bari deyip, sırf bedava olduğu için ve kalabalık etsin diye yazıyorum" daha uzar gider. Ama daha bariz olan sebep ise şöyle ki;
"İleride kitap çıkartmak niyetiyle burada yazmaya başlayıp bir alt yapı oluşturmak niyetiyle başlamıştım yazmaya. Ancak bir süre sonra o kadar keyif vermeye başladı ki, o kadar güzel kazanımlar oldu ki Blog Ailesinin hep bir üyesi olarak kalmak istemeye başladım ve yazmaya, blog ile ilgilenmeye, başka bloglara gidip yorumlar yazmaya olabildiğince devam ettim ve ediyorum da"
Evet durum budur ((: daha sıralanabilecek o kadar çok sebep var ki aslında ama bunlar yeterli sanıyorum ((:
Şimdi de sıra "Mim"in gideceği yer, mekan seçimine ((: Hah tamam en iyisi Taluyka nın neden blog macerasına atıldığı ve hale buralarda olduğunu öğrenelim. Haydi bakalım Talu göster kendini :P

4 Şubat 2008 Pazartesi

"Hack" Nasıl Yapılır?

Önemli bir notla yazıya başlamakta fayda var; burada bahsi geçen metodu kullanıp kullanmamak tamamen sizin sorumluluğunuzdadır. Yazar olarak ben, burada verdiğim bilgi dahilinde birilerine vereceğiniz herhangi bir zarardan ötürü sorumluluk kabul etmiyorum. Merak ettiğinizden de adım gibi eminim, o yüzden yazının faydalı olacağına inanıyorum.

Öncelikle "hack" dedikleri nedir, ondan bahsedelim. Çok genel inanışa göre sistemleri problemden probleme sokup, içindeki bilgileri, şifreleri ve bilumum özel kayıtları ele geçirip sonra da ardından da koca bir not bırakmaya "hack"lemek deniyor. Gerçek anlamı bu değil ama üç aşağı beş yukarı bu diyelim biz.

Şimdi bu "hacker"lar hacklemeyi nasıl yapıyorlar biraz da ondan bahsedelim. Öncelikle bir sistemin arka planına yani kontrol edilen mekana geçmek için genelde bir şifre gerekir. Bu şifre de belli bir mekanizma tarafından eşlenir ve yetki verilir ya da yetki reddedilir. Örneğin bir sitenin sahibisiniz diyelim, size daha önce verilmiş olan kullanıcı adı ve şifre sorulur. Siz bunları bu mekanizmaya verirsiniz, bu mekanizma ise daha önce saklı bir yerlerde bulunan asıl şifre ve kullanıcı adıyla karşılaştırır ve onaylar ya da onaylamaz. Onayladığı takdirde sisteme girersiniz ve yetkiler elinizde olur.

Sistemlerin genelde bir de arka kapıları olur. Bu kapılar hatalardan kaynaklanabileceği gibi, eksik yerler ya da unutulmuş boşluklar da olabilir. İşte hacker diye tabir ettiğimiz kişiler bu açıkları bulurlar ve sistemlerin kontrol mekanlarına girerler. Genelde bu iş bir hırsızın kapıyı bir şekilde açıp evinize sizden izinsiz girmesi gibidir. Yani illa ki bundan memnun olmayız.

Bazıları da bu işi sistemin bu açıklarını bulup, sistem yöneticilerini uyarmak ya da bizzat bu açıkları kapatmak için bu işi üstlenirler. Bunların sıfatları da "beyaz"dır, İngilizcesiyle "white hacker". Bunlar genelde güvenlik uzmanlarıdırlar ya da güvenlik için işe alınmış kimselerdir.

Peki evimize bir hırsız girse bunu nerden anlarız? Elbette ki çaldığı şeylerden. Ya hiçbir şey çalmadıysa? O zaman bıraktığı izleri bulabilirseniz anlama şansınız olur. İşte, siteler içinde çalınacak fiziksel bir şey olmadığından dolayı, sisteminize birileri girdiğinde eğer iz bırakmazsa bunu anlayamazsınız. Bu yüzden bazı "hacker"lar kendilerini göstermek için büyük notlar bırakırlar. Bunun örneklerini muhtemelen hacklenmiş siteler üzerinde görmüşlüğünüz vardır. "Hacked by..." gibi notlar görürsünüz, örneğin.

İşte bu yazıda bahsedeceğim bir hack örneği de böyle yapılmış ve ardından notunu bırakmış. Kendisi, kendi deyimiyle Google'ı hacklemiş bir arkadaşımız. Erzurumlu ve Aziz Türk milleti adına Google'daki açığı tespit ederek uyarmış ama "beyaz"lardan olduğu için sisteme herhangi bir halel(zarar) getirmemiş, sağ olsun.

İşte bu yaşayan örneği veriyorum: Google Hack

Şimdi bu hack olayı nasıl yapılır, ayrıntıları veriyorum: Önce Google Groups'a gidilir, bir grup açılır. İçine de "Seni hekledim Gogıl amca, naber? hehehe" yazılır ve ardından imza atılır. Gerekiyorsa renk düzenlemeleri siyah ve ürkütücü yazı tonlarından seçilir. Ardından da grubun internet adresi arkadaşlara "Bakın Gogıl'ı hekledim" diye mesaj gönderilir.

İşte gördünüz. Google'ı bile "hack"lemek bu kadar basit! Zor bir şey sanmıştınız değil mi?

Not: Ne olur ne olmaz, belki Google bu açığından haberdar olup da kapatır diye bir ekran görüntüsünü sakladım. Burdan görebilirsiniz.